Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Trabzon´un Görele ilçesinde 1911 yılında doğdu. Beş çocuklu ailenin ikinci erkek çocuğuydu. Asıl adı olan Ali Bedrettin, zaman içinde önce Bedir’e sonra Bedri’ye dönüştü. 1925 yılında, babası Trabzon milletvekili oldu. Babasının o zaman görevli olduğu yerden geri döndüler. Trabzon Lisesi´ne kaydoldu.
Sanata aşkı ve yetenekleri, aile ve çevresinin etkisi ile günden güne biçimlendi ve büyüdü. 27 Aralık 1931 yılında, diplomasını almadan Paris´e gitti. 1934 tarihinde 30 resim ile D Grubu Sergisi´ne katıldı. 1 Ocak 1935 tarihinde, ilk kişisel sergisi Bükreş´te Hasefler Galeri´sinde Ernestine Letoni tarafından açıldı. Paris’te anıştığı Rumen kızı Bedri Rahmi’den dört yaş büyüktü. Bükreş Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim okuduktan sonra Paris’e gelen Eyüpoğlu , André Lhote’nin atölyesinde çalışmaya başlamıştı. Bir gün atölyenin kapısı çaldığında kimse olmadığından Ernestine açtı kapıyı. Bu tesadüf bir süre sonra aşka dönüştü. Bedri Rahmi, Ernestine ile evlenebilmek için ailesini karşısına aldı ve 16 Nisan1936 yılında “Eren” adını verdiği Ernestine Letoni ile Eminönü Belediyesi’nde kıyılan nikahla evlendi. 9 Kasım 1939 tarihinde, askerlik görevini yapmak üzere yedek subay okuluna alındı. Aynı yıl ileride babasını ve annesini ölümsüzlüğe götürecek çalışmalar yapacak olan oğlu Mehmet Hamdi Eyüboğlu dünyaya geldi. 21 Eylül 1975 tarihinde yaşama veda etti.
Yaşamı boyunca büyük eserlere, başlangıçlara imzasını atan sanatçının hiç azalmayan arayışı, heyecanı, başarısı uluslar arası boyutta ödüller ve takdirle taçlandırıldı.
Türk edebiyatının en değerli, en sevilen şiirlerinden biri olan “Karadut” şiirinin öyküsü de böyle inanılmaz bir kalp ve yeteneğin sınır tanımazlığından doğmuş. Bir yasak aşkın tutkulu,derin ve şiirsel anlatımını içeren mısralar bugün hepimizin dilinde.
Bugün teknolojk gelişmelerle “dünya küçüldü ve her şey ulaşılabilir oldu ve hayat daha kolay” desek de aslında en değerli kavramların sığlaştığı hatta yok olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. 1940’lar savaş ve kıtlık zamanları olsa da insanların , sanatın en üretken olduğu, aşkların ,tutkuların,duyguların en anlamlarının hakkını vererek yaşandığı yıllardı. Bedri Rahmi o yıllarda yurda dönerek birikimleri ve çalışmaları ile o günü aydınlatmakta ve gelecekte de el üstünde tutulacak eserler üretmektedir.
Bedri Rahmi yazıları ve resimleri ile inanılmaz eserler üretirken 1940 yılında esmer güzeli bir Ermeni kızı olan Mari Gerekmezyan ile tanıştı.
Asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelen Gerekmezyan ile. Mari Bedri Rahmi’nin bir büstünü yaptı.
Bedri Rahmi ise, Mari’nin çeşit çeşit portrelerini yaparak ve ona şiirler yazarak karşılık verdi ve bu masal böylece başlamış oldu.
Fırtınalı aşkı ile yeni doğmuş çocuğu ve eşi arasında kalan Eyüpoğlu bin parçaya bölündü. “Karadut” ile gizli buluşmaları acısını, aşkını gün geçtikçe ikiye katlıyordu. Bu da sanat alanında inanılmaz eserler ürettiği, aşkını sigara paketlerinin kağıtlarına varıncaya kadar her yere nakşettiği yıllar oldu.
Bedri Rahmi, Gerekmezyan için kullandığı “çatalkaram” deyimini Çorum’da öğrenmişti. Askerden sonrası hükümet onu Anadolu’yu resmetmesi için Çorum’a göndermişti. Aşkının hüküm sürdüğü o yıllar, Bedri Rahmi’nin en verimli dönemi oldu. ‘Saz Çalan Âşıklar’, ‘Köylü Kadınlar’, ‘İğdeli Gelin’ gibi unutulmaz resimlerini orada yaptı. O dönem ortaya ardı ardına büst, tablo ve şiir gibi birbirinden güzel eserler çıktı.
İkisini de tanıyan şair İlhan Berk: “Resimler Bedri Rahmi’nin Talaslı’sını anlatmasına yetmemiştir. Onun için sıraya girmiştir şiir, o yüz için…diyordu
Ancak sanatıyla birlikte aşkını da gözler önüne sermiş oldu ve bu yasak aşk, üçlü aşk sarmalı herkes tarafından bilinir, konuşulur oldu. Eren Eyüboğlu, sabırla eşini bekliyordu.
Eyüpoğlu ise durulmak bir yana dursun her gün artan aşkını ne gizlemek ne de bu akışı durdurmak niyetindeydi.
“Susadım
Üç tane elma soydular, üç tane portakal
Nafile
Bir bardak suyun yerini tutmadı.
Acıktım
Kuş sütü, kuru üzüm getirdiler
Nafile
Bir çimdik somunun yerini tutmadı.
Seni düşündüm sevgilim şükrederek
Su gibi aziz olasın her daim
Ekmek gibi mübarek.”
Bedri Rahmi’nin en değerli eserlerinden biri olan “At Üstünde Aşıklar” tablosu mozaik desenli yağlıboyadır. Atın üzerinde oturan iki çıplak âşıktan erkek olanın Bedri Rahmi, terkisindeki kadının ise eşi Eren Eyüboğlu olduğu düşünülse de saçları rüzgarda uçuşan o güzel kadın Karadut’tan başkası değildir. Bu düşsel tabloda birlikte uzaklara kaçma hayali dile getirilmiştir.
1946 yılında ‘Karadut’ hastalanınca Türkiye’den ayrılmamak için bir Alman’la usulen evlilik yaptı. Ancak evlendiği adamın savaş döneminde Çorum’da enterne edilmesiyle fiyaskoyla sonuçlandı.Tam o zamanlarda arada Karadut menenjit tüberküloz kaptı. Antibiyotik gerekiyordu ve Bedri Rahmi dışında yardım isteyebileceği, ona el uzatacak kimse yoktu. Bedri Rahmi, en kıymetli tablolarını yok pahasına satıp sevdiği kadına ilaç parası yetiştirmeye çalıştı. Ünlü ressamın halen piyasada bulunan resimlerinin çoğu, o dönem elden çıkardıklarıdır. Ama ne yazık ki bu çabalar da boşa gitti ve Karadut, 1946 yılında İstanbul’da, Alman Hastanesi’nde vefat etti.
”Türküler bitti
Halaylar durdu
Horonlar durdu
Al damar, mor damar, şah damar sustu
Bahçeler put kesildi birer birer
Meyveler salkım saçak taş.
Bir bulut uçardı
Başı boş bedava
Yandı kül oldu.
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu…”
Bedri Rahmi, kendini içkiye verdi, sanatına küstü. Onu toparlayan ve hayata döndüren ise yine, onun eve dönüşünü bekleyen eşi Eren olacaktı. Eren Eyüboğlu, eşini hayata döndürmek için çok çabaladı. Sonunda da başardı. Daha doğrusu Büyük Kulüp’teki o geceye kadar, başardığını sanıyordu.
Sonrası hemen herkesçe bilinen öykü.
1949’da bir gün, Büyük Kulüp’te düzenlenen bir gece, Bedri Rahmi’den ünlü şiiri ‘Karadut’u okumasını isterler. Şair, ayağa kalkar ölen sevgilisine yazdığı şiiri gözyaşları içinde okumaya başlar… Eşi yanındadır. Şiiri okurken gözlerinden süzülen yaşların nedenini, eşi de dahil olmak üzere tüm salon bilmektedir “Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan / Yoluna bir can koyduğum / Gökte ararken yerde bulduğum / Karadutum, çatal karam, çingenem / Daha nem olacaktın bir tanem? / Gülen ayvam, ağlayan narımsın / Kadınım, kısrağım, karımsın…”
O geceden sonra Eren Hanım, bir süre Paris’te yaşamaya karar verdi. Daha sonra eşine yazdığı bir mektupta o geceden şöyle bahsediyordu Eren Eyüpoğlu :
“Canuşkam,
Kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! Hatırladın mı? Gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti. Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapışmış gibi olmuştum. O gece… Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri’nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın.
Eren.”
Ve sonunda Eren Hanım’ın sabrı, çabaları karşılık buldu ve . Bedri Rahmi, 11 yaşındaki oğlu ve eşi Eren’in yanına döndü. Bedri Rahmi, 1974’ün bir Eylül günü, 63 yaşında hayata veda etti. Cenazesinden sonra Eren eve geldi. Artık 35 yaşına gelmiş oğlu Mehmet’e duygularını şöyle dile getirdi: “Babanı uğurladık, ama şunu bil ki ona çok kırıldım. Yaşadığı ilişkiyi unutmadım. Buna katlandımsa, sadece senin hayatın kararmasın diyedir”
İçinden taşan aşkı, sanatı, duyguları dile getirmek için kağıt-kalem-boya yetmemiş hiçbir zaman Bedri Rahmi’ye. Ağaçlara, taşlara nakış gibi işlemiş sanatını ve sonsuzlaştırmış sıradanlaştırılamayan o büyük coşkusuyla.
KARADUT
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın a gülüm
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
II
Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekün azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum
N’etmiş, n’eylemiş, n’olmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun.