Cumhuriyet terimi, Latince kökenli “respublica” sözcüğünden türemiş olup, “res” ve “publica” sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Cumhuriyet, Arapça’dır köken olarak “cumhura” dayanmakta, “halkın idaresi” anlamına gelmektedir. Cumhuriyet rejiminin ana fikri, sistemin babadan oğula geçen bir iktidar oluşumuna dayanmayıp bir tür seçimle gelen bir yönetici tarafından devletin yönetileceği anlamını taşımaktadır.
Cumhuriyet sözcüğü ve uygulaması aslında kendi tarihsel tecrübemizin bir ürünü olmayıp batı düşüncesine ve Avrupa’daki devlet uygulamasına dayanmaktadır. Bu nedenle bizdeki cumhuriyet aslında batıdaki “republic” veya “”république” sözcüğü ile aynı anlamda değildir. İslam devlet teorisi ve uygulamalarına bakıldığında da modern İslam toplumlarındaki “cumhuriyetlerin” büyük çoğunlukla demokratik niteliklerinin oldukça zayıf düzeyde bulunduğunu görüyoruz. Bu tip toplumlarda iktidarın bir devrim ya da darbe ile bir zümre tarafından ele geçirildiği ve yeni iktidarın halka dayanan bir iktidar tipi olduğunu vurgulamak ve rejimin daha “ilerici” bir yapı olduğunu işaret etmek için cumhuriyet tanımlamasının kullanıldığını söylemek mümkün. Bu noktada karşımıza çıkan, özellikle cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının nasıl bir “terkib” meydana getirmiş olduğu ya da olması gerektiğidir.
Bu soruya aslında yine bir soru ile cevap verebiliriz; “her cumhuriyet demokrasi midir?” ya da “her demokratik devlet cumhuriyet ile mi yönetilir?” aslında her iki soruya da olumlu cevap vermek mümkün değildir. Başta da ifade ettiğimiz gibi, toplumun, bir hanedan ile değil de bir tür seçim ile yönetime gelmiş bir grup tarafından yönetilmesi, rejimin cumhuriyet olduğuna işaret edebiliyor iken, demokratik rejim tanımlaması için bundan daha fazlasını gerçekleştirmek zorunda olduğumuz da bir gerçektir. Nitekim cumhuriyetin demokratik ilkeler ile buluşması yüzlerce yıllık bir sürecin sonunda gerçekleşmiş ve bugünkü modern demokrasiler ortaya çıkmıştır. Peki, her demokrasi cumhuriyet midir sorusunu sorarsak ne cevap alabiliriz? Bunun da cevabını aslında Avrupa’ki çok köklü krallıkların bir cumhuriyet tanımlaması barındırmadıkları gerçeği bunun en güzel cevabını oluşturmaktadır. En bariz örneği ile Büyük Britanya Krallığı bir cumhuriyet değildir ama demokratik geleneklerin doğup kökleştiği bir yapıyı da ifade etmektedir.
Türk devlet geleneğindeki tarihsel sürece bakarsak bu topraklardaki anayasal devlete ilişkin gelişmeler de oklukça yenidir. Halkın yönetime dayalı olarak oluşması da filli olarak çok partili demokrasiye geçişle birlikte karşımıza çıkmaktadır. Türk siyasal tarihinde cumhuriyete geçişin en önemli etkisi halka dayalı yönetim anlayışının yerleşmesini sağlamış olmasıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında demokratik niteliği düşük olsa da siyasal sistem demokratik rejime kapalı olmamış hatta zamanı gelince de çok partili demokrasiye geçişe izin vermiştir. Türk toplumu açısından Cumhuriyetin bize sağlamış olduğu asıl kazanım, babadan oğula geçen bir yönetim anlayışını yıkarak yerine rasyonel esaslara dayalı bir yönetim yapısını kurgulamış olmasıdır. Bazı kesimlerin cumhuriyeti benimsememiş olmalarının altındaki neden de budur aslında. Yani, devlet yönetiminde ve devlet toplum ilişkisinde aklın egemenliğini sağlamış olmasıdır. Bu nedenle Türk toplumu için cumhuriyet sadece bir yönetim biçimini değil, toplumsal ilişkiler, bireyin toplumdaki yeri ve rolü ile bireyler ve devlet arasındaki ilişkileri de ifade etmektedir. Bu nedenle, cumhuriyeti kuran irade ve bu irade sahiplerinin ve en başta devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ne kadar önemli bir karar verdiği ve ne kadar zor bir işi başardıklarını yadsımak da mümkün değildir.