Jules Gabriel Verne, nam-ı diğer “Bilim Falcısı “ 8 Şubat 1828 – 24 Mart 1905 tarihleri arasında yaşamış olan bir yazar ve gezgin. Eserlerinde ayrıntılarıyla tarif ettiği buluşlar ve makineler o yıllarda henüz var olmayan ancak ilerleyen zamanda icat edilecek bir çok şeyin esin kaynağı olduğu için kendisine “Bilim Falcısı “ adı takılmış.
Dünyanın Merkezine Yolculuk, Deniz Altında 20000 Fersah, 80 Günde Devri Alem gibi kitaplarıyla bilinir ve bilimkurgunun kurucuları arasında gösterilir. 1886 yılında elektrikle çalışan ilk denizaltıya verilen Nautilus ismi Deniz Altında 20000 Fersah’ı okuyanlar için sürpriz değildir elbette.. Verne’in Büyük büyük torunu 20. Yüzyılda Paris‘in elle yazılmış metnini bir kasada buldu ve eser 1994’te basıldı1863’te yazılan roman inanılmaz bir öngörü ile bugünü anlatmış : Gökdelenler ve yüksek hızda giden trenler var ancak mutlu olmayı başaramayan bir kahraman da var. Başvurduğu yayıncı o dönem için hikayeyi fazla kötümser bulmuş ve yayınlamamış. Ancak bugün yüksek gökdelenler ve hızlı trenler arasında biz biliyoruz ki Verne gerçek bir Bilim Falcısı…
Verne’e ait bir çok eser filme alındı.
Babası zengin bir avukat olan Pierre Verne annesi ise Sophie Henriette Allotte de la Fuye’dir. Beş çocuğun en büyüğü olan Verne deniz ve macera tutkusu ile doludur. Ancak hayat o yıllarda da zorunluluklar ve geleneksellikle bezeli olduğundan 1846’da babasının mesleğini devam ettirmek için avukatlık eğitimi görmek üzere Paris’e gider. Diplomasını alır almasına ancak tanıştığı ve içindeki kuvvetli eğilimi körükleyen eserler veren Victor Hugo, Alexandre Dumas gibi isimlerin etkisi ile edebiyata meyleder.1850’li yıllarda tiyatro oyunu yazmak , tiyatrolarda çalışmak geçimini sağlayan yollar olur zira avukatlık yapmamasına kızan babası ona maddi destek vermeyi kesmiştir. O yıllarda Edgar Allan Poe eserlerini okuyunca büyük bir hayranlığı oluşan Verne’in eserlerinde Poe etkisi rahatlıkla görülebilir.
1857’de iki kız çocuğu sahibi olan Honorine de Viane More ile evlenen Verne, borsa simsarlığı yapsa da , gezilerine ve devam eden yazı çalışmalarına ara vermedi.5 Ağustos 1861’de oğlu Michel dünyaya geldi.
Verne’in öğrenme tutkusu sonu olmayan keyifli bir yol gibi hep devam etti. Gerçeklerle tanıştıkça hayal dünyası genişledi. Her gün onlarca gazete ve dergi okumaya, yaşamı “dünü ve yarını “ ile takip etmeye devam etti. Coğrafya ve bilim, tanıştığı insanlardan edindiği bilgiler daha sonra yazacağı romanların temellerini oluşturuyordu.
Jules Verne 1859 ve 1861’de ilk yurtdışı seyahatlerini yaptı. Bunu Nisan 1867’de kardeşi Paul ile birlikte Amerika seyahati izledi ve çoğunluğu gemide geçen seyahatte sadece New York‘u ve Niagara Şelalesi’ni görebilmesine rağmen Yüzen Şehir adlı kitabı ve Denizler Altında Yirmi Bin Fersah adlı romanındaki birçok fikri oluşturmuştu kafasında.
Hemen hemen bütün büyük ve efsaneleşmiş ismin başlangıçta yaşadığı zorluklar, reddediş Verne için de geçerliydi. Yazıları bir çok yayıncı tarafından reddedildi. Ancak yayıncı Pierre Jules Hetzel ile tanıştıktan sonra her şey değişti, yayıncının Balonla Beş Hafta’yı 1863’te yayınlamasından sonra ün ve başarı kapıları ona sonuna kadar açıldı. Bu başarı ile yolunu netleştiren Verne, borsacılığı bıraktı ve kendisini tamamen edebi çalışmalara verdi. Yaptığı sözleşmede yirmi yıl boyunca her yıl iki cilt fenni roman veya daha kısa sürede 40 adet fenni roman yazmayı taahhüt etti. (Günümüzden not : UNESCO’ya göre Jules Verne, eserleri farklı dillere en çok çevrilen yazar. Tam 148 dile çevrildi)
Kitaplarından gelir elde etmeye başladığında St. Michel adını verdikleri bir yat satın aldı . Hayalindeki gezileri,maceraları yaşamak üzere yatı ile seyahatlere çıktı. Bu da ona yeni fikirler, yeni ilham kaynakları yarattı.
Londra ,Woolwich, Manş Adaları , İngilitere kıyıları, Lizbon , Tanca ve Cebelitarık , Hollanda, Danimarka, Almanya ,Cezayir , Malta ve İtalya’yı dolaştı.
1883’te yayımladığı ve mekân olarak Osmanlı topraklarını seçtiği İnatçı Keraban adlı kitabındaki detaylı İstanbul tasvirlerinden ötürü yazarın Türkiye’ye de seyahat etmiş olduğu düşünüldüyse dek Verne’nin gerçekte hiç Türkiye’de bulunmadığı, bunun da onun hakkındaki efsane ve söylentilerden birisi olduğu söylenir.
1886’da evine dönen Verne akıl hastası olan yeğeni tarafından vuruldu ve bu nedenle hayatının geri kalanında baston kullanmak zorunda kaldı. Olay sonrası yeğeni akıl hastanesine kapatıldı. Parlak başarılarından dolayı sözleşmesini her seferinde daha da güzel şartlarla donatıp 5 kez yenileyen yayıncısı Hetzel’in 1887’de vefatının ardından annesini kaybedince karamsar bir dönemine girdi.
Jules Verne, yaşamını sürdürdüğü Amiens belediye meclisinde görev aldı ve kültürel sorunlarla ilgilendi. 1889’da belediye sirkini kurdu. 1892, 1896 ve 1900 dönemlerinde de Meclis üyeliğine yeniden seçildi.
1902’de şeker hastalığı nedeniyle görme yeteneğini kısmen de olsa kaybetti.
24 Mart 1905’te Amiens’teki evinde hayatını kaybetti. Amiens’te La Madeleine Mezarlığı’na defnedildi.
Ölümünden iki yıl sonra mezarının başına dikilen herkelinde Verne, mezarında doğrulmuş, bir elini yıldızlara uzatır biçimde betimlenir. Eser, Vers l’Immortalite et l’Eternelle Jeunesse (Ölümsüzlüğe ve Sonsuz Gençliğe Doğru) adını taşıyor.
Verne’e ait çok bilinmeyen bir eserinden bahsetmek istiyorum. Eserin adı İNATÇI KEREBAN . Olayların bir kısmında kahramanlarımız (ve dolayısı ile Verne) Trabzon’da.
Kitap 2. Mahmud döneminde geçiyor. Verne’in Osmanlı ile ilgili sosyal, siyasî ve coğrafî bağlamlarda ne zengin ve detaylı bilgiye sahip olduğunu hayret ve hayranlıkla görebileceğiniz kitapta o dönemki Osmanlı’ya eleştirel bakış ve söylemler de epey yer alıyor.
Hollandalı tütün tüccarı Van Mitten ve uşağı Bruno ile başlıyor öykü. İstanbul’a geldikleri gün müslümanlar için kutsal olan Ramazan ayına denk gelmiştir.” “İstanbul Ramazan boyunca daha bir ilginç! Gündüzler ne kadar bir matem günü gibi, hüzünlü, kasvetli, acıklıysa, geceler bir karnaval kadar neşeli, gürültülü, hareketli!” olarak tanımlar Verne hikayesinde İstanbul’da ramazanı. Çoğunluk oruç tuttuğu için Ramazan ayına mahsus bir terk edilmişlik görüntüsü vardır İstanbul’da. İkili bir müddet gezdikten sonra tüccarın arkadaşı olan Kereban Ağa ile buluşurlar. Çok inatçı ve eski kafalı İstanbullu bir tütün tüccarı olan Keraban Ağa onları Üsküdar’daki konağına akşam yemeğine davet eder ve konağa doğru yola çıkarlar ancak tam da o gün Boğaz’da karşıdan karşıya geçen tekneler için yeni vergi konulmuştur. Keraban Ağa 10 paralık bu vergiyi ödememeye kararlıdır ve adı üstünde inatçı mı inatçıdır. Vermem o vergiyi ben başka çözüm üreteceğim der ve Üsküdar’a Kırım ve Kafkasya üzerinden dolaşarak gitmeye karar verir.
Konuklarını da yanına alarak atlı araba ile bir ay sürecek bir Karadeniz yolculuğuna çıkar. Yolculuğu zor kılan bir diğer unsur da inatçı Keraban Ağa’yı hem deniz tuttuğu için mecbur kalmadıkça deniz yolunu kullanmayı hem de yeniliklere alerjisinden belki de demiryolunu kullanmayı reddetmesidir. Şaşırtıcı olaylarla geçen, zengin ve eğlenceli karakterlerin eşlik ettiği yolculuğun ardından İstanbul’a varılmasıyla kitap son bulur.
Eğlenceli, mizahi, kahramanlarını ayrı ayrı seveceğiniz öyküdeki detaylar, lehçeler “Verne İstanbul’a Trabzon’a gerçekten hiç gelmediyse bu birikim nasıl oluşmuş olabilir” diye sizi şok edebilir. Başlarsanız ara vermeden bitireceğiniz iki cilt kitabı okumadıysanız bir an evvel almanızı öneriyorum.
Kitaptan pek çok alıntı yapmak mümkün ama sanırım en sevdiğimi paylaşacağım sadece :
Ceza keserlerse öderim. Hapse atarlarsa da girerim. Ama bu talimatlara uymayacağım…
Alıntı: Albatros